Oturduğu yerden ekmek yemekten, kendi fırınında ekmek yapmaya kadar gitmeyi düşünen bir delinin aklından geçirdikleri

Pazartesi, Aralık 27, 2010

Olacak dedim, oldu

NY yazımı tamamlamadan önce, sıcağı sıcağına aklıma gelen başka bir şeyi yazacağım bugün. Daha önce de söylemiştim, bu şehirde yaşamıyor gibiyim diye, gerçekten yabancı gibiyim bu güzelim şehirde. Sürekli gittiğim yerler sanki İstanbul'un Avrupalı, melez hali hep. Ne Avrupa'lı ne Asya'lı tam, gurbetçi gibi. Bu fikir hep aklımın bir köşesinde durur, İstanbul'da daha çok şey yapmalıyım, her yer turist bir bildikleri var herhalde diye, ama sonunda hep tilki-kürkçü dükkanı misali, alıştığım yerlere alıştığım insanlara gidiyorum düşünmeden. Ben artık full-time düşünceci olmuşken, işsizliğim de etkilerini göstermeye başladdı yavaştan. Bir yerinde duramama, sürekli sıkılma gibi yan etkiler rahatsızlık vermeye başladı inceden. Ben hayatımla ilgili kararları veredurayım, zaman geçiyor ve maaş hesabım suyunu çekiyorken, eh ben de boş durmaktan sıkılmışken, anneannemin yanında çalışma fikrini verdi annem. Böylece son 1 haftadır her gün Sirkeci serüvenim başlamış oldu. İyi ki de başladı. Neydi o çok sevdiğim laf, 'Hayat siz karar vermekle meşgulken olanlardır', tam o oldu işte. Bu arada bu lafı daha önce de çevirip kullanmış olabilirim, bugünlük ingilizce'm bu işte. Ben ha İstanbul'u gördüm göreceğim diyerek yine Bebek yine Asmalı mescit yaparken, kendimi her gün iş saatleri arasında Sirkeci'de buluverdim. Gerçek İstanbul mu istemiştiniz hanımefendi, buyurun size İstanbul. Anneannem 1955'te dedemin açtığı Büyük Eczane'de 1964'ten beri çalışıyor. 1964. 2010. 2010-1964=46. 46 sene! Aynı yerde! Aynı meslek! Mesleğimi yapamayacağıma 2 buçuk senede karar veren sevgili ben, belli ki burda öğreneceğim çok şey var. Küçük bir işletmeyi çekip çevirmenin zorluğunu 6. günümde ben bile görmeye başladım. Fırın mı açacaktın kızım sen? Gel bakalım şöyle otur bir. Giy önlüğünü bakayım, esnaf taklidi yap. Bugünkü dersimiz Sabır...
Eczanede günlerim kültür şokundan iş şokuna koşmakla geçerken, 1 saatlik öğlen tatilim ne okul hayatımda ne de iş hayatımda bu kadar doyurucu olmamıştı. Hem yemek hem de kelimenin diğer her anlamı ile. Sirkeci gerçekten muhteşem bir yer. Bir insanın aklına ne gelebilrse, burada mevcut. 50 metrelik bir sokak üzerinde futbol topu, kol saati, leğen, berliner, fritöz, toka, fotoğraf makinesi, ajanda ve asprin bulmak mümkün. Nasıl bir bolluk nasıl bir düzeli kaostur bu. Aklım almıyor. Her gün yeni bir şey, yeni bir yer görüyorum aynı sokaklarda. Yemekler de cabası, her öğlen 7 tllik ticketlarımla ziyafet çekiyorum. Bir tabak tadına doyulmaz sebze 5 tl, 50 gr ekmek arası döner 4 tl.

Bu pahalı, çünkü döner değil, Deuner.

İnanılmaz. Artık yemek maceralarımı Sirkeci'den de bildireceğim. Şimdiye kadar 2 tavsiyem var; beni geçen hafta ziyaret eden Ece ve Arman'la gittiğim yerler. Birincisi Arman'ın beni götürdüğü, ünlü Zümrüt Büfe. O nasıl bir dönerdir. Dükkanda hiç bir numara yok bu arada sadece döner olayı. Ketçap mayonez isterseniz garip bakıyorlar ona göre, dönere layık gördükleri iki şey var, püre ve salata. Ben sade yedim, Arman ise püre ve salatalı. Tek kelime ile muhteşemdi, 100 gr.ı 12 tl, Eminönü standartlarında yüksek olsa da değer,kesinlikle gidilmesi gerek. Adresi Sabuncuhan cad.No.26 Eminönü, Mısır Çarşı'sının Tahtakale kapısından çıkıp önce sol, sonra ilk sağ sokakta. Arman'ın bulması Hacı malzemeleri satan dükkanın karşısı, boncukçunun yanı idi, işe yaradı. Ece geldiğinde ise, bugünkü Masa, Loft ve Borsa'nın dedesi sayılabilecek, Sirkeci'deki ilk Borsa'ya gittik. Self servis sitemiyle çalışan bu şube de Sirkeciye gelince kaçırılmaması gereken bir durak. Döneri ve ızgara tavuğu tavsiye ederim. Yalı Köşkü Cad. No:60/62 Eminönü

Vee geldik Sirkeci ve çevresinin esas değerine. Bir süredir farketmeden, menülerde ve tabelalarda türkçe-ingilizce çevirisinde 'yurdum insanlıklarını' biriktiriyorum. Burası ne tarih ne de kültür konusunda, etrafta dakika başı gördüğüm muhteşem çeviriler ve yurdum insanlıkları kadar etkileyebildi beni açıkçası..

Böyle değişik geçen 5 iş gününden sonra, bir kaç haftadır her pazar sabahı yaptığım gibi kahvaltı için Arda'yla, Kerim'le Özge'nin evinin yolunu tutacakken, programda yapılan küçük bir değişiklik ile, turist olmayanlar için turistik turuma devam ettim. Şiddetli tavsiyeler üzerine, Aksaray'da bulunan Akdeniz Hatay Sofrası'na gittik. Bu kadar çok çeşit peynir, meze, börek otel açık büfelerinde bile nadir. Hayatımda duymadığım bir sürü yemek vardı. Gastronomik maceraperestimiz Emre önderliğinde bir sürü şey denedik ama ben mumbar dolmasında takıldım. Iııh yani gerçekten midem kaldırmadı konsepti ve görüntüyü. Yiyenler çok beğendi ama ben sakatat konusunda risk almama taraftarıyım.

Ben genelde sebze ve ot türevlerinden ilerleyerek, kısır, çeşit çeşit dolma, yoğurtlu sebzeler falan yedim. Abagannuş, tebbuli, mekdus, mütebbel ve haşlama oruk yediğim şeyerden sadece bazıları. Her birinden azar azar deneyip baya ciddi bir repertuarı denedim. Ocağın açılmasını fırsat bilip, gerçek bir brunch yaparak bir de kağıt kebabı yedik. Hele sıcak servis edilen fava ezmesi diye bir şey vardı ki, ((hatta resimde çatalımın içinde olduğu kahverengimsi şey) tarifini bulmak zorundayım, İNANILMAZ!
Akdeniz Hatay Sofrası-Ahmediye Caddesi No:44 Aksaray, Vatan Caddesi üzerinde historia AVM yanı. Valesi bile var ayıp ettiniz, ve resmini çekmeyi unuttuğum wc yerine 'Lavabolar' yazan tabela.

Buraya kadar gelip, 17 sene sonunda iskelelerin kalktığı Ayasofya'yı görmemek olmaz dedik ve vınn Sultanahmet'e vardık. İsim vermeyeceğim ama aramızda Ayasofya'yı görmemişler de vardı, iyi bir gezi oldu. Günlerden pazar, hava da kapalı olunca gayet sakin, tenhaydı, baya rahattık.

Ayasofya tüm ihtişamıyla görücüye çıkmış, artık tavanları görmek için üzerinize iskele düşmesini riske etmeye gerek kalmıyor. Ben bu yapıya her girdiğimde nefesim tutuluyor, bu nasıl bir tasarımdır, nasıl bir inşaat tekniğidir.

Hava da kapalı olduğundan tüm ışıklar yanıyorken içerisi daha bir mistik ve gerçek üzeri olmuştu. Herkesin gidip görmesi gerek acilen zaman yaratıp, giriş 20 tl, kredi kartı alıyorlar.

Eklemeden geçemeyeceğim, 1500 küsür sene önce böyle bir bina yapabilmişken insanlar, bu muhteşem yapıya bizim katıığımız ne peki derseniz;
Buyrun.

Böyle bir günün sonunda, sıcacık evde oynadığımız Trivial Pursuit tam oturdu. Muhteşem bir pazar günü de böyle bitti. Geçirdiğim dolu dolu bu hafta, İstanbul'u daha iyi tanıyacağım dememin üzerine iyi geldi, olacak dedim oldu işte. Tekrar NY'ta görüşmek üzere.

PS. Bu resmi az kalsın unutuyordum, Ayasofya'nın çıkışındak şikayet kutusu beni benden aldı. siz de bundan sonra blog ve genel olarak benim hakkımdaki şikayetlerinizi lütfen buraya bildirin. Bilgilerinize arz ederim.

Çarşamba, Aralık 22, 2010

döNYüşüm muhteşem olacak..Pt 1.

Utanıyorum evet. Gerçekten seni çok ama çok ihmal ettim sevgili günlük blog. Evet uzuuun bir aradan sonra yine karşınızdayım. Son entry'mden beri kontrolüm dışında olan gelişmeler nedeni ile yazamadım. Babaannemin rahatsızlığı nedeniyle süpriz bir şekilde New York'a gitmem gerekti ay başında. Bu arada ciddi bir şey yok, bir kontrol için gittik sıkıntı yok. 9 günlük bu piyango tatilden sonra da geldiğimden beri evde internetim çalışmıyor. Ttnet ile yaptığım milyonlarca dakikalık telefon konuşmaları, modemi aç kapa, fişi tak çıkart, kabloların tek tek santim santim taranması sonucunda hiç bir yere varamadık. Taa ki iki gün önce modemi elime almamla beraber içinden gelen foşur foşur su sesine kadar. Açık unutulan pencereden yağan yağmur modemimin içinde kendine yer etmiş. Of da of. Sonuçta karşınızdayım. Entry uzun olacak ona göre, çenem düşük bugün.

Planlanmamış tatil kadar güzeli yok ben bunu öğrendim. Çarşamba gece yarısı verilen karar ile cuma sabahı New York'a doğru yola çıktım sevgili babaannemle. Bu arada THY doluydu anlamadık, Delta ile uçtuk şaşırtıcı derecede güzeldi. Babaannemi de yoldan çıkarttım ve jenerasyon farkı demeden çok eğlenceli bir yolculuk yaptık beraber. İnsan ailesini ne kadar özlediğini ve ihtiyaç duyduğunu, uzun bir süre aradan sonra uzun uzun görüşünce anlıyor.. 

Bu arada engelli insanlar için bu ülkenin nasıl bir cehennem olduğunu bir daha anladım, babaannem için rezerve ettiğimiz tekerlekli sandalyeyi bulmamız, ve havaalanı çalışanlarına gerçekten ihtiyacımız olduğunu anlatmamız güvenliği geçmemizden daha zordu. Hele 'Çoğu yolcu hasta olmadıkları halde sıraları atlamak için istiyor ne yapalım, sizin rahatsızlığınız neydi anlayamadım' diyen hostes hanım, karma seni bekliyor. Neyse. uçağa binmeden hemen önce gördüğüm bu muhteşem panoo beni benden aldı.


Uçak rezervasyonu dışında hiç bir detayıyla ilgilenmediğim tatilim sevgili halam ve eniştemin muhteşem organizasyonu ile süper geçti.(Nice mutlu senelere sizi aşk kuşları sizi!)  Dünya varmış ya! Kraliçeler gibi bir tatil yaptım. Bu stresli dönemimde aile ve aile kadar yakın arkadaşlarımla geçirdiğim bu zaman gerçekten ilaç gibi geldi.

Tabii ki şikayetsiz bir Bengi, Big Mac sossuz bir Big Mac'e benzer:) Evet, Christmas arifesinde New York'taydım. Aman allahım. bu ne gazdır, bu ne aceledir. Bayramın ilk günü İstiklal halt etmiş Noel öncesi 5. caddenin yanında. Her yer torba, her yer insan her yer bir koşuşturma. Hafta içi olmasına rağmen mağazaların açılış saatinden kapanışa kadar her daim doluydu her yer. Bir de her mağazada çalan Noel şarkıları beni bitirdi. Resmen sinir bozuyor sürekli Jingle Bells dinlemek. Yeni şarkı da yazılamayacağına göre Noel'e, aynı şarkıları milyon kere yorumlamışlar. Kalabalık+torbalar+buz gibi soğuktan hamam dükkanlara giriş+noel şarkılarış esşittir akıl hastanesi.Türklerin bayramda avrupa saldırısını, amerikalılar noelde New Yorku basarak püskürtmüş. 'On monday, americans will attack New York' durumu yani. Türklere değinmeden de geçemeyeceğim, 57deki otelden her gün şöförlü jipiyle alışverişe giden eşofmanlıların Türk olduklarını anlamak için pasaportlarına bakmaya gerek yoktu.

Gelir gelmez birtanecik Tasha'm karşıladı beni. Guacomole düşkünlüğümü bildiğinden otelime yürüme mesafesindeki Rosa Mexicano'ya götürdü beni. Bu arada Türkiye'deki avokadoların sakilliği nedir? Sıfır tat, lifli böyle içi, hafif de sulu gibi. Bir garip, bir de utanmadan 4 tlye falan satıyorlar kuduruyorum manavda. Neyse. Neredeyse her gece guacomole yedim ben de inadına. Masada yapılan muhteşem, parçalı bir guacomole bu. Yanına da tuzlu klasik lime margarita. Of da of süper bir başlangıç oldu.
Rosa Mexicano- 57th ve 1st Ave
www.rosamexicano.com

Hazır Guacomole demişken boş durmayayım, hemen kendi Guac tarifimi veriyorum. Çok basit, 2 avokado (parmakla üzerine bastırıldığında, yumuşak ama yılışmayan bir yumuşaklıkta olması lazım), 1 küçük beyaz soğan, yarım limon, zeytin yağı, acısso, kimyon, tuz/karabiber. Avokadoları uzunlamasına kesipş çevirerek açıyoruz. Ortadaki kocaman çekirdeğe, bıçağın keskin tarafıyla vurup, bıçağı içine geçiriyoruz veee çeviriyoruz, çekirdek çıktı. Çekirdekleri atmıyoruz, Guacomole beklerken çok çabuk kararır, içine çekirdeği koyunca ise sihir gibi kararmıyor! Avokadoları bir kaba kaşıklayıp içinde kabaca keskin bir bıçak geçiriyoruz ki parçalansın. Küçücük doğradığımız soğanı, yarım limonun suyunu, 1 ÇaK kimyonu ve isteğe göre tuz/biber ve acısso ekliyoruz. Fazla karıştırıp püre yapmamaya dikkat ederek, 2 ÇK zeytin yağı da ekliyoruz ve guacomole hazır. Tortilla cipsi yoksa, Evdeki lavaşları cips gibi dilimleyip, üzerlerine biraz zeytin yağı+kimyon+tuz koyup 10 dk 180 derecede fırınlatınca muhteşem cipsler oluyor. Acıktım bile ben.

İlk gecem gayet hareketliydi, yemekten sonra bize katılan Tasha'nın erkek arkadaşı Abhay, canlarım Emre ve Selin'den sonra, New York'ta bir trend olan ev tipi 'gizli' bir bara gittik. Dışarıdan bakıldığında hiç bir tabelası olmayan The Raine's Law Room'a simsiyah bir ev kapısını çalarak giriyorsunuz. İçkilerin her biri uzun uzun hazırlanıyor, içinde çeşit çeşit değişik yağ ve karışım var, yani gidip bana bir bira ya da votka tonik diyemiyorsunuz. Ben en çok Old Cuban'ı beğendim, tavsiye ediyorum ve dinleyin lütfen, çünkü biraz piyango durumu var bazı karışımlar içilecek gibi değil.
The Raine's Law Room-21 W 17th St.

Günlerim genelde babaannem ve halamla öğlen yemekleri, arkadaşlarla akşam programları, ve araya serpiştirilmiş popo donduran yalnız New York gezmeleri olarak 3'e ayrıldı. Öğlen için tavsiyeler;

Tabii ki bir New York klasiği fransız bistrosu Balthazar, steak frites, buz gibi kocaman bir bira vazgeçilmez. Ben bu sefer bir de French Martini ve creme brulee denedim, kelimeler yetmiyor anlatmaya tadlarının güzelliğini. Bu arada French Martini votka+ananas suyu+chambord; chambord ahududu likörü, sonunda Türkiye'de de satışa sunuldu, yapması kolay ve süper bir kokteyl.

                                                                 Balthazar-80 Spring St
İstanbul'da bu fransız esintisini yaşamak için, Esenciğimin şefliğindeki La Brise restoranı tek geçerim. La Brise-Asmalı Mescit caddesi No 26, Ece  Aksoy 9 karşısı; 02122444846.

Balthazar'la uzaktan yakından alakası olmayan, dim sumla devam ediyorum. Tasha ve Abhay beni pazar günü dim sum için Chinatown'a götürdüler. Bildiğin Çin canım burası. Baya dikkat çekioduk biz yani herkes asyalı. New York'a kadar gelip gidip bunca sene buraya gelmediğime inanamıyorum, gerçekten çok ilginç bir yer Chinatown. Kesin gidin görün dolaşın, Eminönü gibi bir yer.

 Vitrinlerdeki çoğu şey korkunç baya ama ben gözlerimi kapattım ve yoluma devam ettim, her türlü hayvan uzvunu bulmak mimkin burada, adamlar gerçekten ne bulurlarsa yiyiyorlar resmen. Baya bir sıra bekledikten sonra Sunshine 27'de yer bulabildik. Gerçekten tatilimin en güzel ve ilginç anılarından biriydi. Tavuk ayağı dışında önüme ne koyulduysa yedim. TsingTao da bildiğin bizim Efes yani.

Şu tartlara BİTTİM, hemen yapacağım. Kaya tart ismi sanırım.
                              27 Sunshine Seafood-46 Bowery(Bayard ve Canal St arasında)
        Tabii ki kendi sitesi yok ama review'ları yelp'te http://www.yelp.com/biz/27-sunshine-new-york
İstanbul'da bu tip minik minik porsiyonlarda, çeşit çeşit cin yemekleri İstinye Park'ta Dim Sum adlı restoranda mevcut. Dim Sum-İstinye Park 2. kat House Cafe yanı; http://www.thedimsumgroup.com/. Kızarmış kalamarş chicken shu mai. Yiyin.

New York'a gelip italyan yemeden olmaz. Kardeşimin taciz derecesindeki ısrarları sonucu west village'daki Bar Pittiye gittik Leti ve Selin'le. Rezervasyon almıyorlar, biz beklemedik ama aklınızda bulunsun. Ekmek inanılmaz.

Ben spesyaliteleri olan Rigatoni Pitti'yi yedim, krema, hindi sosis, bezelye, parmesan ve domates. Tek kelime ile harikaydı. Zaten herkes benden yedi sonra:) Burrata con Pomodori'yi unutmamak gerek, Bufalo sütünden yapılan bu muhteşem mozzarella peynirini ilk Milano'da yemiştim ve herhalde en sevdiğim penir açık arayla ama temini çok zor İstanbul'da. Dipnot olarak Kanyon'da Burrata satacak bir restoran açıldığını duyduğumda çok sevinmiştim, annemle geçen hafta gittiğimiz Obika beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattı. 3 parça minnacık Burrata için 58 tl ödedik. Peynirlerin içi kuruydu ve lezzeti de fiyatını yansıtmıyordu açıkçası. Neyse, yazık.

                                                                 Bar Pitti-268 6th Ave
                                                http://www.yelp.com/biz/bar-pitti-new-york

Entry fazla uzadı sanırım, bunu 2 bölüme ayıracağım direkt. Bundan sonra böyle kardeşim. Anlatacak çok şey varş barlar, bakery'ler, aldığım muhteşem kitaplar...Akşam kendi tarifimden pizza yaptım ikinci kez onu deneyeceğim, bana afiyet olsun. Geri kalanı yarın, bu sefer söz!

PS:Başlığa laf yokş dayaNYamadım.