Oturduğu yerden ekmek yemekten, kendi fırınında ekmek yapmaya kadar gitmeyi düşünen bir delinin aklından geçirdikleri

Çarşamba, Ocak 19, 2011

döNYüşüm muhteşem olacak..Pt 2.

Bu aralar kafam biraz dağınık, o yüzden kusuruma bakmayacaksınız sayın izleyiciler. Aklımda bin tane şey var ama hiçbiri aklımda yer kaplamaktan ve beni yavaşlatmaktan başka bir işe yaramıyor açıkçası. O nedenle yazacak pek bir şey de bulamadım ne yalan söyleyeyim. Bari Amerika yazımı bitireyim sonunda, belki ilham alırım. 
Eveet ekmekaskina ile dünya dönüyor devam ediyor. Geçen haftalardaki İstanbul temasından sonra, tekrar batıya, Amerika'nın muhteşem küçük adası Manhattan'a dönüyorum. Bahsettiğim gibi her yer Noel, her yer kutlama falan bir mutluluktu. Evet, şarkılar beni sinir etti fakat itiraf etmeliyim ki fena halde kıskanıyorum bu adamların bayramlarını. Her şeyi inanılmaz bir çoşku ve güzellikle yapıyorlar, bakın yani o süslemeler, çam ağaçları, ışıklar. Gerçekten ciddiye alıyorlar dini bayramlarını. 5. Cadde'de duran bu itfaiye arabası bile kendilerini ne kadar ciddiye almadıklarını, ve bayramı gerçekten herkesin kutladığını gösteriyor. Koca NYFD bile almış süslemiş arabasını insanların önünde resim çekmeleri için park etmiş caddeye. Ben çekmedim tabii, ama istedim yalan söylemeyeceğim.


Bizde bayramlarda sokağa çıkmaya korkarken insan, burada ağzı açık kalıyor. Sokakta gezerken her pencerede küçük de olsa bir çam ağacı ya da bir süsleme görmek mümkün, tüm şehir kostüm giymiş gibi oluyor. Bizim otelde de inanılmaz heybetli ve çok güzel süslenmiş bir ağaç vardı, önünde sürekli resim çeken sürüyle insan vardı ondan açılı çektim, ama yine de biri kareye girmeyi başarmış.


Otel demişken, kahvaltısı çok ama çok güzeldi. Babaannem senelerdir her sabah aynı şeyi yediğinden, bir şekilde ona bir Türk kahvaltısı yaratmak durumunda kaldım, ve sonunda da başardım! Kahvaltıya olan düşkünlüğümü önceki yazılarımda da üzerine basa basa belirtmiştim, sanırım genetik. Babaannem sabahları domates-peynir-zeytin-ekmek dörtlüsü dışında bir şey yemez.  Buyrun size Türk kahvaltısı!

Ben taaa Amerika'ya kadar gelip kendi ellerimle bile yaptığım bagel yemeden dönemezdim tabii ki. Yazımda da ağzımın suyunu akıta akıta hayal ettiğim füme somon, ekşi krema ve kapari. Son nokta. Ben limon ve domatesleri alakasız buldum ama önemli değil, keyfim yerindeydi.

Ben daha maceraperest davranıp, buraya kadar gelip bir pancake yemeden dönemezdim diyerek orman meyveli pancake ısmarladım bagel'ımdan sonra. Pancake'in türkçesi gözleme olarak görünüyor, göz var nizam var gözleme değil besbelli, bu yüzden pancake olarak kalacak, benden günah gitti. Babaannem ve Halam da birer çatal almadan edemediler. Yanına da sıcacık akçaağaç şurubu. İyi olduğunu söylememe gerek yok herhalde.


Eveet gelelim bütün bu Noel çılgınlığından uzakta kalan güzelim West Village'a. Tasha'nın önderliğinde bir full gün geçirdik ordan oraya giderek. Öncelikle tabii ki, benim nirvana'm, Magnolia Bakery'e gittik. Aaah aaah nasıl anlatsam size burayı? Ferrari arabalar için ne ise, Magnolia Bakery de her türlü kek için böyle. Oldu galiba. Holy grail demeye çalıştım Türkçe, ama çeviri sitelerinde Filistin falan yazıyordu kafam karıştı, boşverdim.


Buzzz gibi NY soğuğundan içeriye adımınızı attığınız anda etrafınızı saran sıcacık buhar ve vanilya kokusu, o miniminnacık dükkanda kapı önündeki masada dizilmiş sıralarca cupcakeler. Buzdolaplarındaki türlü kekler, pencere kenarlarındaki minicik sarı ışıklar, itmeden sırada duran bir otobüs insan. Ben red velvet ve vanilyalı cupcake'de karar kıldım.


Tam ödemeye giderken gözüme takılan Caramel Cake'i ise tabii ki de es geçemedim. Benim için karamel deyince akan sular durur.
Magnolia Bakery
401 Bleecker Street

Dışarıya çıkar çıkmaz, yürürken yemeye başladık elimizdekileri. Bu arada hava gerçekten dayanılmayacak kadar soğuk, Tasha da bir yandan telefonunda harıl harıl en yakın barı arıyor, anlatacağım birazdan. Caramel Cake, bir numero. Hem de tuzlu karamel çıktı, yumuşacık, ne kuru ne ıslak, nemli bir kek. İkincim...
Ojemle aynı renk yalnız dikkatinizi çekerim
Red Velvet! Kelimeler yetmiyor güzelliğini anlatmaya. Yedikten sonraki gün zaten ilk iş gidip Magnolia'nın kitabını aldım, İstanbula döner dönmez de ilk bu tarifi yaptım. Tam istediğim gibi olmadı, bir kaç güne gerekli oynamaları yapıp yazacağım. Vanilyalı cupcake de vanilya işte. Hep derim, yani vanilya sonuçta, evet cupcake evet güzel ama özel değil. İnsanlar için de geçerli bu vanilya kuramı, yani evet erkek, tamam yakışıklı, okey iyi bir çocuk, ama vanilya işte.Iııh yani işte. Va-nil-yaaaaa!!! 50 çeşit tat varken..Patenti bende ona göre. Biraz önce bahsettiğim Tasha'nın telefonundan gidecek yer bulma olayına değineyim unutmadan. İstanbul'un acilen ihtiyacı olan bir şey Tasha'da mevcuttu işte. IPhone için TimeOut bar ve restaurant programı. Tanımadığımız bir sokakta soğuktan donarak yürürken, pat açılan bu program, bizim o an harita üzerinde olduğumuz yere en yakın tüm bar, cafe ve restaurantları gösteriyor. Göstermekle kalmıyor açıklayıcı birer metin, kullanıcılarından ve editörlerinden gelen puanlarla not veriyor ve resimlerini gösteriyor. Gerçekten bir hayat kurtarıcı. Hele İstanbul gibi bir düğümde, böyle bir programın yararı büyük olur.
Bu kadar tatlıdan sonra benim hep midemde beliren garip bir tuzlu isteği olur, NY'ta da durum değişmedi. Nedense ağzımdaki son tat hiç bir zaman tatlı olmamalı, yemeğim bitmemiş gibi geliyor bana. Durum bu olunca, Tasha'yla Chicago'da sürekli yaptığımız hazine avına devam etmeye karar verdik. Bizim için hazine=hamburger. Gerçekten iyi hamburger yapan bir yer bulmak için denemediğimiz hamburger, girmediğimiz delik kalmadı Chicagoda. Hatta Tasha bir kaç aylığına İstanbul'a yaşamaya geldiğinde, buradaki hamburgerlerde aradığımızı bulamayınca, en büyük hayalimiz muhteşem biralar eşliğinde çeşit çeşit hamburgerler satan bir pub açmaktı. Heeey gidi günler diyorum... İstanbul'da hamburger konusunda evime de yakınlığıyla sükse yapan Burger Bar'ı tavsiye ediyorum, az pişsin deyince anlayan, avokado, karamelize soğan ve jack daniels sos gibi nadide garnitürler bulunduran bir mekan. İki eksileri var, fiyat-burger boyutu orantısı ve tırtıklı donmuş patates kızartmaları. Onun dışında süper, bir de unutmadan kızarmış hellimleri inanılmaz. http://www.burgerbar.com.tr/


Ben çeşitli burger anılarım arasında kaybolmadan, West Village'da hamburger dendiğinde akla gelen ilk yer olan Corner Bistro'ya gittik. Burası adından da anlaşıldığı gibi gerçekten köşede minnacık bir dükkan. Menüsü gayet basit, seçim yapmak gerekmiyor. Bacon ve peynirli  spesyalite Bistro Burger, hamburger, cheeseburger, tavuk sandviç ve chili. Bu kadar. Muhteşem.  
Ben Bistro burgerimi az-orta pişmiş yedim yanında da çok ama çok özlediğim eski dostum buğday birası Blue Moon içtim. Tek kelime ile efsaneydi, bazen gerçekten 'less is more', o insanın ağzına bile sığdıramadığı milyon malzemeli tasarım burgerların yanında, 7 dolarlık bu 'basit' burger beni benden aldı. Tavsiye ediyorum. 

Corner Bistro
331 W. 4th St.New YorkNY 10014 at Jane Street

Karnımız doymuş sıcacık bir şekilde Corner Bistro'dan çıkıp yolumuza devam ettik Tasha'yla. İkimizin ortak aşkları hamburger ve bira ile bitmiyor tabii ki, sırada bu soğukta cuk oturacak viski var. Viski konusu açılınca Tasha beni inanılmaz bir yere götüreceğini söyleyince, yakın olması şartı ile kabul ettim. İyi ki de etmişim, resmen koşarak gittik Hudson Bar and Books'a. İçerisi karanlık mı karanlık, koyu renk ahşap bir bar ve tüm duvarlar sıra sıra kitaplarla dolu. İçeride hafif bir duman, loş ışıklar ve havada puro kokusu. Cam kenarında bir koltuğa yerleşip menüyü istedik. Menü ki ne menü,  İstanbul'da bırak bir kadeh içmeyi, şişesi bile bulunmayan onlarca çeşit viski. Şu içki düzenlemesi tartışmaları sürerken ayrı bir zevkle anıyorum bu barı, yazmaktan keyif alıyorum resmen. Menüsüne web sitesinden bir göz atın gerçekten, her şeyden önce eğitici bir yanı var. Ben tutuculuğuma devam edip, Daha önce China Town'daki Whiskey Tavern'da deneyip aşık olduğum Glenlivet 15 yrs French Oak'la devam ettim yoluma, Tasha ise Tour of Scotland diye bir tadım menüsünü seçti. İyi ki de seçti ki ben de Macallan 12 yrs içebildim biraz. Viskilerin yanında buz gibi su, bir kova buz ve kendi yapımları patates cipsi getiriyorlar şık gümüş kaselerde. Çok hoşuma gitti, Tasha bir de küba purosu aldı, ooh keyif. Bu arada bu barda 5 dolar ödeyip sigara da içebiliyorsunuz. Türklere duyurulur.

Hudson Bar and Books
636 Hudson St-between Jane St & Horatio St

Biraz önce bahsettim, biraz daha detay vereyim viski severler için-Whiskey Tavern China Town'da bulunan klasik bir amerikan spor barı. Her tarafta televizyonlar asılı, beyzbol şapkalı, amerikan futbolu formalı amerikalı Joe'lar sıra sıra dizilmiş kızarmış yemeklerini yutup maç izliyorlar. Ki gerçekten bu benim Amerika hakkında en çok özlediğim şey burada. Yani şıkır şıkır giyinip, en az 2 kişiyi ikna ve organize edip, atla taksiye git mekana, rezervasyon sıra bekleme derken gerçekten bir kadeh bir şey içmeye çıkmak eziyete dönüşüyor İstanbul'da. E haliyle bu kadar zahmete girince de insan bir içki içip evine dönmüyor, geceler uzuyor, içkiler artıyor, bir sürü sıkıntı. Halbuki Amerika'da ne güzel bir pub'a girersin, kimse üzerindekilere bakmaz, günün ne saati olursa olsun bara oturup tek başına bile bir bira içebilirsin tasasız. Köşede bir tane jukebox, koy 1 doları, çal en sevdiğin 2 şarkıyı, kişiye özel eğlence ya. Haute zevk. Sonra da ne yapacaksan onu yaparsın. Yine dağıttım konuyu, Whiskey Tavern. Evet buranın tipik Amerikan barından tek farkı, bunların hepsinin viski içilerek yapılması. İnanılmaz bir liste, uygun fiyatlar, etrafında bulunan muhteşem çin restoranları da cabası.

Whiskey Tavern
79 Baxter St- Between Bayard St and Walker St

China Town'dan çıktık köyün delisi gibi yürüye yürüye Prince Street'e kadar geldik vee ne görelim, hayallerimin fırını!

Beyaz-krem rengi fırfırlı tentesi, beyaz ahşap kaplamaları, kocaman camları...Tek kelime ile muhteşem.
Adı da Little Cupcake Bakeshop. Bittim. Dışına bu kadar tav olduğum bir yerin cupcake'leri nasıldı diyen olursa..
Little Cupcake Bakeshop
  30 Prince Street


İNANILMAZlardı! Evet bu fırın işi kesin olmalı. Uzun süredir hiç bir şey için bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Gerçekten sokağın başından görmemle beraber bu cupcake fırınını, ben ne yapardım, ne renkler kullanırdım, nasıl dizerdim diye bitmeyen sorularım oldu kafamda ve çok heyecanlandım. Evet, budur. İnsanın kendini bu kadar heyecanlandıran bir şey bulabilmesi çok garip bir his, umut veriyor ilerisi için. Belki bir gün yaptığı işte mutlu olabilmesi ve her sabah yatağından zıplayarak kalkıp işe gidebilmesi süper olsa gerek. Darısı benim başıma.
Yazıyı 3'e böleceğim gerçekten bitmiyor yazacak şeyler, bu arada tarifler de birikti, biraz onlara yoğunlaşmam gerek, bu hafta ikilerim artık yazıları bu aldığım yenilenmiş enerjiyle. İlham almak demiştim, alındı. Çok yakında...