Oturduğu yerden ekmek yemekten, kendi fırınında ekmek yapmaya kadar gitmeyi düşünen bir delinin aklından geçirdikleri

Pazartesi, Aralık 27, 2010

Olacak dedim, oldu

NY yazımı tamamlamadan önce, sıcağı sıcağına aklıma gelen başka bir şeyi yazacağım bugün. Daha önce de söylemiştim, bu şehirde yaşamıyor gibiyim diye, gerçekten yabancı gibiyim bu güzelim şehirde. Sürekli gittiğim yerler sanki İstanbul'un Avrupalı, melez hali hep. Ne Avrupa'lı ne Asya'lı tam, gurbetçi gibi. Bu fikir hep aklımın bir köşesinde durur, İstanbul'da daha çok şey yapmalıyım, her yer turist bir bildikleri var herhalde diye, ama sonunda hep tilki-kürkçü dükkanı misali, alıştığım yerlere alıştığım insanlara gidiyorum düşünmeden. Ben artık full-time düşünceci olmuşken, işsizliğim de etkilerini göstermeye başladdı yavaştan. Bir yerinde duramama, sürekli sıkılma gibi yan etkiler rahatsızlık vermeye başladı inceden. Ben hayatımla ilgili kararları veredurayım, zaman geçiyor ve maaş hesabım suyunu çekiyorken, eh ben de boş durmaktan sıkılmışken, anneannemin yanında çalışma fikrini verdi annem. Böylece son 1 haftadır her gün Sirkeci serüvenim başlamış oldu. İyi ki de başladı. Neydi o çok sevdiğim laf, 'Hayat siz karar vermekle meşgulken olanlardır', tam o oldu işte. Bu arada bu lafı daha önce de çevirip kullanmış olabilirim, bugünlük ingilizce'm bu işte. Ben ha İstanbul'u gördüm göreceğim diyerek yine Bebek yine Asmalı mescit yaparken, kendimi her gün iş saatleri arasında Sirkeci'de buluverdim. Gerçek İstanbul mu istemiştiniz hanımefendi, buyurun size İstanbul. Anneannem 1955'te dedemin açtığı Büyük Eczane'de 1964'ten beri çalışıyor. 1964. 2010. 2010-1964=46. 46 sene! Aynı yerde! Aynı meslek! Mesleğimi yapamayacağıma 2 buçuk senede karar veren sevgili ben, belli ki burda öğreneceğim çok şey var. Küçük bir işletmeyi çekip çevirmenin zorluğunu 6. günümde ben bile görmeye başladım. Fırın mı açacaktın kızım sen? Gel bakalım şöyle otur bir. Giy önlüğünü bakayım, esnaf taklidi yap. Bugünkü dersimiz Sabır...
Eczanede günlerim kültür şokundan iş şokuna koşmakla geçerken, 1 saatlik öğlen tatilim ne okul hayatımda ne de iş hayatımda bu kadar doyurucu olmamıştı. Hem yemek hem de kelimenin diğer her anlamı ile. Sirkeci gerçekten muhteşem bir yer. Bir insanın aklına ne gelebilrse, burada mevcut. 50 metrelik bir sokak üzerinde futbol topu, kol saati, leğen, berliner, fritöz, toka, fotoğraf makinesi, ajanda ve asprin bulmak mümkün. Nasıl bir bolluk nasıl bir düzeli kaostur bu. Aklım almıyor. Her gün yeni bir şey, yeni bir yer görüyorum aynı sokaklarda. Yemekler de cabası, her öğlen 7 tllik ticketlarımla ziyafet çekiyorum. Bir tabak tadına doyulmaz sebze 5 tl, 50 gr ekmek arası döner 4 tl.

Bu pahalı, çünkü döner değil, Deuner.

İnanılmaz. Artık yemek maceralarımı Sirkeci'den de bildireceğim. Şimdiye kadar 2 tavsiyem var; beni geçen hafta ziyaret eden Ece ve Arman'la gittiğim yerler. Birincisi Arman'ın beni götürdüğü, ünlü Zümrüt Büfe. O nasıl bir dönerdir. Dükkanda hiç bir numara yok bu arada sadece döner olayı. Ketçap mayonez isterseniz garip bakıyorlar ona göre, dönere layık gördükleri iki şey var, püre ve salata. Ben sade yedim, Arman ise püre ve salatalı. Tek kelime ile muhteşemdi, 100 gr.ı 12 tl, Eminönü standartlarında yüksek olsa da değer,kesinlikle gidilmesi gerek. Adresi Sabuncuhan cad.No.26 Eminönü, Mısır Çarşı'sının Tahtakale kapısından çıkıp önce sol, sonra ilk sağ sokakta. Arman'ın bulması Hacı malzemeleri satan dükkanın karşısı, boncukçunun yanı idi, işe yaradı. Ece geldiğinde ise, bugünkü Masa, Loft ve Borsa'nın dedesi sayılabilecek, Sirkeci'deki ilk Borsa'ya gittik. Self servis sitemiyle çalışan bu şube de Sirkeciye gelince kaçırılmaması gereken bir durak. Döneri ve ızgara tavuğu tavsiye ederim. Yalı Köşkü Cad. No:60/62 Eminönü

Vee geldik Sirkeci ve çevresinin esas değerine. Bir süredir farketmeden, menülerde ve tabelalarda türkçe-ingilizce çevirisinde 'yurdum insanlıklarını' biriktiriyorum. Burası ne tarih ne de kültür konusunda, etrafta dakika başı gördüğüm muhteşem çeviriler ve yurdum insanlıkları kadar etkileyebildi beni açıkçası..

Böyle değişik geçen 5 iş gününden sonra, bir kaç haftadır her pazar sabahı yaptığım gibi kahvaltı için Arda'yla, Kerim'le Özge'nin evinin yolunu tutacakken, programda yapılan küçük bir değişiklik ile, turist olmayanlar için turistik turuma devam ettim. Şiddetli tavsiyeler üzerine, Aksaray'da bulunan Akdeniz Hatay Sofrası'na gittik. Bu kadar çok çeşit peynir, meze, börek otel açık büfelerinde bile nadir. Hayatımda duymadığım bir sürü yemek vardı. Gastronomik maceraperestimiz Emre önderliğinde bir sürü şey denedik ama ben mumbar dolmasında takıldım. Iııh yani gerçekten midem kaldırmadı konsepti ve görüntüyü. Yiyenler çok beğendi ama ben sakatat konusunda risk almama taraftarıyım.

Ben genelde sebze ve ot türevlerinden ilerleyerek, kısır, çeşit çeşit dolma, yoğurtlu sebzeler falan yedim. Abagannuş, tebbuli, mekdus, mütebbel ve haşlama oruk yediğim şeyerden sadece bazıları. Her birinden azar azar deneyip baya ciddi bir repertuarı denedim. Ocağın açılmasını fırsat bilip, gerçek bir brunch yaparak bir de kağıt kebabı yedik. Hele sıcak servis edilen fava ezmesi diye bir şey vardı ki, ((hatta resimde çatalımın içinde olduğu kahverengimsi şey) tarifini bulmak zorundayım, İNANILMAZ!
Akdeniz Hatay Sofrası-Ahmediye Caddesi No:44 Aksaray, Vatan Caddesi üzerinde historia AVM yanı. Valesi bile var ayıp ettiniz, ve resmini çekmeyi unuttuğum wc yerine 'Lavabolar' yazan tabela.

Buraya kadar gelip, 17 sene sonunda iskelelerin kalktığı Ayasofya'yı görmemek olmaz dedik ve vınn Sultanahmet'e vardık. İsim vermeyeceğim ama aramızda Ayasofya'yı görmemişler de vardı, iyi bir gezi oldu. Günlerden pazar, hava da kapalı olunca gayet sakin, tenhaydı, baya rahattık.

Ayasofya tüm ihtişamıyla görücüye çıkmış, artık tavanları görmek için üzerinize iskele düşmesini riske etmeye gerek kalmıyor. Ben bu yapıya her girdiğimde nefesim tutuluyor, bu nasıl bir tasarımdır, nasıl bir inşaat tekniğidir.

Hava da kapalı olduğundan tüm ışıklar yanıyorken içerisi daha bir mistik ve gerçek üzeri olmuştu. Herkesin gidip görmesi gerek acilen zaman yaratıp, giriş 20 tl, kredi kartı alıyorlar.

Eklemeden geçemeyeceğim, 1500 küsür sene önce böyle bir bina yapabilmişken insanlar, bu muhteşem yapıya bizim katıığımız ne peki derseniz;
Buyrun.

Böyle bir günün sonunda, sıcacık evde oynadığımız Trivial Pursuit tam oturdu. Muhteşem bir pazar günü de böyle bitti. Geçirdiğim dolu dolu bu hafta, İstanbul'u daha iyi tanıyacağım dememin üzerine iyi geldi, olacak dedim oldu işte. Tekrar NY'ta görüşmek üzere.

PS. Bu resmi az kalsın unutuyordum, Ayasofya'nın çıkışındak şikayet kutusu beni benden aldı. siz de bundan sonra blog ve genel olarak benim hakkımdaki şikayetlerinizi lütfen buraya bildirin. Bilgilerinize arz ederim.

Çarşamba, Aralık 22, 2010

döNYüşüm muhteşem olacak..Pt 1.

Utanıyorum evet. Gerçekten seni çok ama çok ihmal ettim sevgili günlük blog. Evet uzuuun bir aradan sonra yine karşınızdayım. Son entry'mden beri kontrolüm dışında olan gelişmeler nedeni ile yazamadım. Babaannemin rahatsızlığı nedeniyle süpriz bir şekilde New York'a gitmem gerekti ay başında. Bu arada ciddi bir şey yok, bir kontrol için gittik sıkıntı yok. 9 günlük bu piyango tatilden sonra da geldiğimden beri evde internetim çalışmıyor. Ttnet ile yaptığım milyonlarca dakikalık telefon konuşmaları, modemi aç kapa, fişi tak çıkart, kabloların tek tek santim santim taranması sonucunda hiç bir yere varamadık. Taa ki iki gün önce modemi elime almamla beraber içinden gelen foşur foşur su sesine kadar. Açık unutulan pencereden yağan yağmur modemimin içinde kendine yer etmiş. Of da of. Sonuçta karşınızdayım. Entry uzun olacak ona göre, çenem düşük bugün.

Planlanmamış tatil kadar güzeli yok ben bunu öğrendim. Çarşamba gece yarısı verilen karar ile cuma sabahı New York'a doğru yola çıktım sevgili babaannemle. Bu arada THY doluydu anlamadık, Delta ile uçtuk şaşırtıcı derecede güzeldi. Babaannemi de yoldan çıkarttım ve jenerasyon farkı demeden çok eğlenceli bir yolculuk yaptık beraber. İnsan ailesini ne kadar özlediğini ve ihtiyaç duyduğunu, uzun bir süre aradan sonra uzun uzun görüşünce anlıyor.. 

Bu arada engelli insanlar için bu ülkenin nasıl bir cehennem olduğunu bir daha anladım, babaannem için rezerve ettiğimiz tekerlekli sandalyeyi bulmamız, ve havaalanı çalışanlarına gerçekten ihtiyacımız olduğunu anlatmamız güvenliği geçmemizden daha zordu. Hele 'Çoğu yolcu hasta olmadıkları halde sıraları atlamak için istiyor ne yapalım, sizin rahatsızlığınız neydi anlayamadım' diyen hostes hanım, karma seni bekliyor. Neyse. uçağa binmeden hemen önce gördüğüm bu muhteşem panoo beni benden aldı.


Uçak rezervasyonu dışında hiç bir detayıyla ilgilenmediğim tatilim sevgili halam ve eniştemin muhteşem organizasyonu ile süper geçti.(Nice mutlu senelere sizi aşk kuşları sizi!)  Dünya varmış ya! Kraliçeler gibi bir tatil yaptım. Bu stresli dönemimde aile ve aile kadar yakın arkadaşlarımla geçirdiğim bu zaman gerçekten ilaç gibi geldi.

Tabii ki şikayetsiz bir Bengi, Big Mac sossuz bir Big Mac'e benzer:) Evet, Christmas arifesinde New York'taydım. Aman allahım. bu ne gazdır, bu ne aceledir. Bayramın ilk günü İstiklal halt etmiş Noel öncesi 5. caddenin yanında. Her yer torba, her yer insan her yer bir koşuşturma. Hafta içi olmasına rağmen mağazaların açılış saatinden kapanışa kadar her daim doluydu her yer. Bir de her mağazada çalan Noel şarkıları beni bitirdi. Resmen sinir bozuyor sürekli Jingle Bells dinlemek. Yeni şarkı da yazılamayacağına göre Noel'e, aynı şarkıları milyon kere yorumlamışlar. Kalabalık+torbalar+buz gibi soğuktan hamam dükkanlara giriş+noel şarkılarış esşittir akıl hastanesi.Türklerin bayramda avrupa saldırısını, amerikalılar noelde New Yorku basarak püskürtmüş. 'On monday, americans will attack New York' durumu yani. Türklere değinmeden de geçemeyeceğim, 57deki otelden her gün şöförlü jipiyle alışverişe giden eşofmanlıların Türk olduklarını anlamak için pasaportlarına bakmaya gerek yoktu.

Gelir gelmez birtanecik Tasha'm karşıladı beni. Guacomole düşkünlüğümü bildiğinden otelime yürüme mesafesindeki Rosa Mexicano'ya götürdü beni. Bu arada Türkiye'deki avokadoların sakilliği nedir? Sıfır tat, lifli böyle içi, hafif de sulu gibi. Bir garip, bir de utanmadan 4 tlye falan satıyorlar kuduruyorum manavda. Neyse. Neredeyse her gece guacomole yedim ben de inadına. Masada yapılan muhteşem, parçalı bir guacomole bu. Yanına da tuzlu klasik lime margarita. Of da of süper bir başlangıç oldu.
Rosa Mexicano- 57th ve 1st Ave
www.rosamexicano.com

Hazır Guacomole demişken boş durmayayım, hemen kendi Guac tarifimi veriyorum. Çok basit, 2 avokado (parmakla üzerine bastırıldığında, yumuşak ama yılışmayan bir yumuşaklıkta olması lazım), 1 küçük beyaz soğan, yarım limon, zeytin yağı, acısso, kimyon, tuz/karabiber. Avokadoları uzunlamasına kesipş çevirerek açıyoruz. Ortadaki kocaman çekirdeğe, bıçağın keskin tarafıyla vurup, bıçağı içine geçiriyoruz veee çeviriyoruz, çekirdek çıktı. Çekirdekleri atmıyoruz, Guacomole beklerken çok çabuk kararır, içine çekirdeği koyunca ise sihir gibi kararmıyor! Avokadoları bir kaba kaşıklayıp içinde kabaca keskin bir bıçak geçiriyoruz ki parçalansın. Küçücük doğradığımız soğanı, yarım limonun suyunu, 1 ÇaK kimyonu ve isteğe göre tuz/biber ve acısso ekliyoruz. Fazla karıştırıp püre yapmamaya dikkat ederek, 2 ÇK zeytin yağı da ekliyoruz ve guacomole hazır. Tortilla cipsi yoksa, Evdeki lavaşları cips gibi dilimleyip, üzerlerine biraz zeytin yağı+kimyon+tuz koyup 10 dk 180 derecede fırınlatınca muhteşem cipsler oluyor. Acıktım bile ben.

İlk gecem gayet hareketliydi, yemekten sonra bize katılan Tasha'nın erkek arkadaşı Abhay, canlarım Emre ve Selin'den sonra, New York'ta bir trend olan ev tipi 'gizli' bir bara gittik. Dışarıdan bakıldığında hiç bir tabelası olmayan The Raine's Law Room'a simsiyah bir ev kapısını çalarak giriyorsunuz. İçkilerin her biri uzun uzun hazırlanıyor, içinde çeşit çeşit değişik yağ ve karışım var, yani gidip bana bir bira ya da votka tonik diyemiyorsunuz. Ben en çok Old Cuban'ı beğendim, tavsiye ediyorum ve dinleyin lütfen, çünkü biraz piyango durumu var bazı karışımlar içilecek gibi değil.
The Raine's Law Room-21 W 17th St.

Günlerim genelde babaannem ve halamla öğlen yemekleri, arkadaşlarla akşam programları, ve araya serpiştirilmiş popo donduran yalnız New York gezmeleri olarak 3'e ayrıldı. Öğlen için tavsiyeler;

Tabii ki bir New York klasiği fransız bistrosu Balthazar, steak frites, buz gibi kocaman bir bira vazgeçilmez. Ben bu sefer bir de French Martini ve creme brulee denedim, kelimeler yetmiyor anlatmaya tadlarının güzelliğini. Bu arada French Martini votka+ananas suyu+chambord; chambord ahududu likörü, sonunda Türkiye'de de satışa sunuldu, yapması kolay ve süper bir kokteyl.

                                                                 Balthazar-80 Spring St
İstanbul'da bu fransız esintisini yaşamak için, Esenciğimin şefliğindeki La Brise restoranı tek geçerim. La Brise-Asmalı Mescit caddesi No 26, Ece  Aksoy 9 karşısı; 02122444846.

Balthazar'la uzaktan yakından alakası olmayan, dim sumla devam ediyorum. Tasha ve Abhay beni pazar günü dim sum için Chinatown'a götürdüler. Bildiğin Çin canım burası. Baya dikkat çekioduk biz yani herkes asyalı. New York'a kadar gelip gidip bunca sene buraya gelmediğime inanamıyorum, gerçekten çok ilginç bir yer Chinatown. Kesin gidin görün dolaşın, Eminönü gibi bir yer.

 Vitrinlerdeki çoğu şey korkunç baya ama ben gözlerimi kapattım ve yoluma devam ettim, her türlü hayvan uzvunu bulmak mimkin burada, adamlar gerçekten ne bulurlarsa yiyiyorlar resmen. Baya bir sıra bekledikten sonra Sunshine 27'de yer bulabildik. Gerçekten tatilimin en güzel ve ilginç anılarından biriydi. Tavuk ayağı dışında önüme ne koyulduysa yedim. TsingTao da bildiğin bizim Efes yani.

Şu tartlara BİTTİM, hemen yapacağım. Kaya tart ismi sanırım.
                              27 Sunshine Seafood-46 Bowery(Bayard ve Canal St arasında)
        Tabii ki kendi sitesi yok ama review'ları yelp'te http://www.yelp.com/biz/27-sunshine-new-york
İstanbul'da bu tip minik minik porsiyonlarda, çeşit çeşit cin yemekleri İstinye Park'ta Dim Sum adlı restoranda mevcut. Dim Sum-İstinye Park 2. kat House Cafe yanı; http://www.thedimsumgroup.com/. Kızarmış kalamarş chicken shu mai. Yiyin.

New York'a gelip italyan yemeden olmaz. Kardeşimin taciz derecesindeki ısrarları sonucu west village'daki Bar Pittiye gittik Leti ve Selin'le. Rezervasyon almıyorlar, biz beklemedik ama aklınızda bulunsun. Ekmek inanılmaz.

Ben spesyaliteleri olan Rigatoni Pitti'yi yedim, krema, hindi sosis, bezelye, parmesan ve domates. Tek kelime ile harikaydı. Zaten herkes benden yedi sonra:) Burrata con Pomodori'yi unutmamak gerek, Bufalo sütünden yapılan bu muhteşem mozzarella peynirini ilk Milano'da yemiştim ve herhalde en sevdiğim penir açık arayla ama temini çok zor İstanbul'da. Dipnot olarak Kanyon'da Burrata satacak bir restoran açıldığını duyduğumda çok sevinmiştim, annemle geçen hafta gittiğimiz Obika beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattı. 3 parça minnacık Burrata için 58 tl ödedik. Peynirlerin içi kuruydu ve lezzeti de fiyatını yansıtmıyordu açıkçası. Neyse, yazık.

                                                                 Bar Pitti-268 6th Ave
                                                http://www.yelp.com/biz/bar-pitti-new-york

Entry fazla uzadı sanırım, bunu 2 bölüme ayıracağım direkt. Bundan sonra böyle kardeşim. Anlatacak çok şey varş barlar, bakery'ler, aldığım muhteşem kitaplar...Akşam kendi tarifimden pizza yaptım ikinci kez onu deneyeceğim, bana afiyet olsun. Geri kalanı yarın, bu sefer söz!

PS:Başlığa laf yokş dayaNYamadım.




Pazartesi, Kasım 29, 2010

Simitin kuzeni Bagel

Cumartesi akşamı çıkmamak aslında bir lütuf, ben bu pazar sabahı bunu öğrendim. Çok planlar yapılıp, gerçekleşen 0 planla geçen bir hafta sonu, beni şaşırtıp en iyi partiden daha mutlu etti. Ben ne kadar geç yatsam da odamda perde olmadığından mıdır, hep erken kalkıyorum ama önceki gecesi azılmamış sabahın tadı bir başka oluyor. Erken edilen kahvaltı, ter kokmayan gym, bitmeyen enerji, trafiksiz yollar ve sessizlik. Yaşlanıyorum galiba. Erken kalkınca erkenden halledilen günlük işler de cabası, böylece öğlenden itibaren arkadaşlarla yapılacak bilumum şeye zaman kalıyor, artıyor bile. Geçen hafta uzun süredir ilk defa dışarıda Cumartesi'nin keyfini çıkarttım, 20 derecelik hava da gerçekten insan daha ne ister ki dedirtti. Aralık kapıya dayanmışken Nişantaşı'nda (bu hep kafama takılıyor, Nişantaşı'da olması gerekmez mi?) yapılan gün ortası keyfi gerçekten paha biçilmez.
Bazıları frankfurter sever.

 Evden çıkmadım, çok sorumluyum, çok olgunum diyemeyeceğim, bunda kararsız canım arkadaşlarımın veeee annemin bana aldığı yeni sevgilim Kitchenaid'in katkısı büyük. Eve kapanıp aşk yaşadık son iki gündür gerçekten. Karıştırıyor, yoğuruyor, çırpıyor, bunları yaparken mutfağı hiç dağıtmıyor; hem de insan bakmaya doyamıyor. Yeni sevgilimin, tanıdığım çoğu erkekten daha çok işe yaradığı kesin;) (İlk gülen suratım da buraya nasipmiş, kimse üzerine alınmasın diye)
Hem güzel, hem akıllı.


Muhteşem Cumartesi'den Pazar da geri kalmadı. Bir önceki günden hazırlayıp buzdolabına teslim ettiğim hamurdan yaptığım, tek kelimeyle i-na-nıl-maz bagel'larla edilen kahvaltı paha biçilmezdi.

Üzerine Benny ve Toro'yla yaptığım 'tempolu' yürüyüş de, bagel'dan aldığım kalorileri bir nebze de olsun hafifletti. İstanbul'da insanın köpekleriyle yapabileceği şeyler sınırlı, iyi havaya da çok bakıyor ne yazık ki. Tabii benim oğullarımın da sosyal ortamlarda birer canavara dönüşmesi işleri hiç kolaylaştırmıyor. Bu nedenle sadece arabaya binmek bile benimkileri acayip mutlu ediyor. 
OLEEEY!!!!


Hep imreniyorum kafelerde köpekleriyle oturabilen insanlara, o ne medeniyettir. Ben en son Toro'yla bi yere gittiğimde, sandalyeme bağlayıp lafa daldığımda kendi ipini yiyerek karşı kaldırıma geçmişti. O yüzden bu pazar ilaç gibi geldi bize, sahilde sürekli köpeklere laf atan yurdum insanı bile bozamadı keyfimizi. Gerçekten, köpeğe 'pisi pisi' demek nedir? Çeşitli nedenlerden uzayan yürüyüşümüz sonunda baya bir yorulduk, sadece ben değil.
Evet, belli oldu hepimizin ihtiyacı var spor yapmaya, tek benim değil, Benny resmen öldü.


Gerçekten, İstanbul'da yaşamama rağmen boğazda yaptığım yürüyüşler 2 elin parmaklarını geçmez herhalde. Millet şehirlerde sokaklarda araba, kamyon, asfalt demeden koşuyor, yürüyor, ben malak gibi evde yatıyorum bu güzelim şehirde. Evet, bazı şeyleri değiştirme zamanı geldi sanırım.

Şimdi sırada tarifim var. Tarif, bagel tarifi. Amerikalı'ların bizim simit tükettiğimiz gibi tükettikleri bir hamur işi. O da yuvarlak, o da hamurdan, o da her an yenilebilir. Tek farkı, ve benim bagel'ı daha çok sevdiğim nokta da bu açıkçası; daha tombik olması. Böylece içine bilumum malzeme doldurulup sandviç halinde de yenebiliyor. Simit'in beyaz peyniri ne ise, bagel'inki de krem peynir. Oof bir de üzerine füme somon, kapari, dereotu ve limon suyu...Tarifi veriyorum, yoksa bitmeyecek bu iş.

Bagel

Hamuru için

40 gr eritilmiş tereyağı
2 1/4 ÇaK kuru maya
2 1/4 cups ılık su
2 ÇK şeker 1 ÇK bal
3 ÇK 'solid vegetable shortening' -şimdiii bu vegetable shortening nedir ben çözemedim, çok da uğraşmadım ama yaptığım arama sonunda, yerine tereyağı kullanılabileceğini öğrendim, öyle de yaptım, 60 gr tereyağı
1 ÇK tuz
2 ÇaK karabiber
6 cups un

İçinde kaynayacağı su için

8 cups su
1/4 cup şeker
1 ÇaK karbonat
1/4 cup pekmez- tarifte yoktu ama bagel tariflerine bakarken, çoğunda 'barley malt' diye bir şey gördüm, pekmeze benziyordu ekledim, zararını görmedim

Bagel'lerın üzeri için

2 yumurta akı
1 ÇK soğuk su
Susam, haşhaş tohumu, sarımsak tozu, soğan kurusu
Tuz


Önce mayalandırma işlemini başlatarak girdim olaya, 1/4 cup ılık(ben hafif sıcağa kaçan kullandım) suya, mayayı çırptım.İçine balı da ekleyip, mutfağın ılık bir yerine bıraktım, krema gibi olana kadar.

Bu arada geri kalan suyu, 60 gr küp küp tereyağını, kremalaşan mayayı ve tuzu muhteşem mikserime koydum. biraz karıştırdım ama küp tereyağıyla su tabii ki de karışmıyor. Tarif bir garip, katılıyorum. Durum bu olunca, uğraşmadan direk üzerine yedire yedire 6 cup unu boşalttım. Bu arada mikser sürekli çalışır haldeydi, iyi karıştırın.

Bir hamur oluştuğunda, hiç oluşmasa daha iyiymiş dedirtecek derecede yapışkan, biçimsiz ve sinir bir hamur. Zorla karıştırma kabından ayırıp unlu tezgaha attım.

Tezgahı unlamak bahanesiyle eklenen 1.5 cup undan sonra, hamura benzeyen hamuru, erimiş tereyağı ile yağlanmış borcama alıp, üzerini de yağladıktan sonra, plastik filmle kapattım ve 2 katına çıkana kadar bir köşede beklettim. 2 katına çıkan hamuru, bir kaç kere yoğurup havasını aldıktan sonra, yağlayıp, üzerini kapatıp, 1 gecesini geçireceği buzdolabına koydum.

Vee geldik pazara. Geleceğe dönüş oldu biraz, zaman falan geçti, hamur kocaman oldu, artık pazar sabahı, hadi bagel zamanı!!!!! Her şeyden önce fırını 240 dereceye kuralım, en önemlisi bu.

Buzdolabından çıkan hamuru ikiye böldüm, 2. parçanın üzerini kapatıp dolaba koydum. Tezgahtaki parçayı 5 eşit parçaya bölüp, hafif hafif unlayarak top yaptım, bu baya eğlenceliydi.

Şimdi işte bagel işinin en can alıcı noktası. Bagel'ı bagel yapan şekli vermek. Hamuru baş ve işaret parmağı arasına alıp del diyor tarif. Yok yaa??? O kadar basit değil ki, şaşarsın. Parmak yapışıyor, bagel kopuyor, dairelikten çıkıyor, abidik gubidik hamur parçasına dönüşüyor bu meret.

Ben deneme yanılma ile becerdim işi, ki en sevdiğim öğrenme biçimi, denemeden, yanılmadan öğrenilmiyor, ezber yok! Baş ve işaret parmağını unlayıp, bagel'ı çimdirerek deliyoruz, işaret parmağının etrafına geçirdiğimiz hamuru, hulahop çevirir edasıyla parmak etrafında çevirip, tepsiye bırakıyoruz. Voila.

Evet, simitte olduğu gibi kuzenlerinde de şekil sıkıntısı mevcut. Genetik herhalde, olduğu kadar artık. Şaka bir yana burada bir dipnot vermeden geçemeyeceğim, delikleri olabildiğince büyük tutuni hamur çok kabaran bir hamur, sonra benimkiler gibi açma/bagel karışımı deliksiz 'türk beygıl'ına kalırsınız. Ki bence güzeller...Neyse.

Bagel'lar fırınlanmadan önce kaynatılıyormuş. Haydaa. Peki dedik, 8 cup su+pekmez+karbonat+şekeri kaynattık. Bu arada da internette okuduğum tarif yorumlarında, kaynar suyun mayayı öldürdüğü, bagelların dağıldığı gibi korku hikayeleri okudum, ödüm patladı ama tarifime güvendim. Kaynar suya bagel'ları attım, dibe çöktüler önce, yüzeye çıkan bagel'ları taraf başına 1 dk kaynattım ve fırın tepsisine aldım.

Bagel'ları tatlandırmak için, üzerlerine çırpılmış 2 yumurta akı+su karışımını 2 kat sürüp, bilimum malzemeyi de serpiştirdim.

Benim en sevdiğim bagel olan 'everything' bagel'ı taklit etmeye çalışıp, haşhaş tohumu+toz sarımsak+toz soğan+susam karışımını bagel'lara yedirdim.

240 dereceye ulaşan fırının en altına bir borcam koydum, cam ısınana kadar, 10 dk kadar bekleyip, yarım bardak soğuk su ve birkaç buzu , bagelları fırına attıktan hemen sonra sıcak borcama döküp hemen fırının kapağını kapattım. Buhar odası senaryosu, anladınız. 20 dk sonra, fırını kapatıp, kapağını açıp, bagel'ları 5 dk daha öyle beklettim.

Ve, alın size evde bagel. Soğuma teline aldım, muhteşemler. Söyleyecek bir şey yok artık.

Budur.

İçi yumuşacık, fırından çıkmış normal ekmek gibi, dışı simit gibi çıtır çıtır. Bir insan pazar sabahı daha ne ister ki?


Tazeyken olduğu kadar, bu akşamüstü atıştırmalık olarak, zeytin ezmesi+kaşarla tost makinesinde kızarmış bagel muhteşemdi. Her yola geliyor yani. Vay vay vay.


Blogu yazana kadar, gururum sönmesin diye bagel resimlerini yine de koydum Facebook'a. Gerçekten çok gurur duydum, inanamazsınız. İnsanlık için minik, Bengi için süper bir adım bu hamur parçası. Özellikle şu son günlerde becerebildiğim tek şeymiş gibi geliyor. Duygusallık bir yana, en büyük destek ve yiyemediği için kahrı taaaa GuangZhou'da noodle ve köpek etiyle beslenen, bana GuangZhou diye bir yer olduğunu öğreten, Çin'deki tek okuyucularım, çin işkencesi mağdurları Tolga ve Ece'den aldım. Bizden hiç bahsetmiyorsun diyorlar sürekli, bu bagel'ları onlara ithaf ediyorum. Gözden uzak gönülden uzak derdim de, sıkıntı yok, Blackberry sağolsun.

Dipnot: Blogu okumadığını bildiğim sevgili gelecek bridesmaid(hahahahha) adaylarım, size de ders olsun bu, Çin'de bile okuyan var, siz İstanbul'da okumuyorsunuz;)

Perşembe, Kasım 25, 2010

Kahvaltıda pizza, yok artık

 Bir önceki yazımdaki pizzalardan kalan, 1 gece dolapta bekleyen hamurları ne yapacağıma da sabah yazımı yazarken karar verdim açıkçası. Annemin bana seneler önce önerdiği Cafe Fernando, hala sadıkça takip ettiğim sitelerden biri. Adam gerçekten işini biliyor, gerek bilgi, gerek türkçe kullanımı, gerek tasarımı, ve en kıskandığım şey olan fotoğraf yeteneği ile beni takipçisi yapmış bir blog. Orada gördüğüm bir kahvaltı pizzası ayarında bir tarif vardı, sabah sabah o aklıma geldi. Kahvaltı benim favori öğünüm direkt. Arkadaşlarım bilir, akşam yemeği programı hiç yapmam, yapıp da beni katanı da sevmem. Doğum günü, yıl dönümü, maç falan dışında gerçekten tercih etmediğim bir öğün akşam yemeği. Yemekler ağır, üzerine çıkılacaksa ağılık yapar, alkol alınıyorsa ne alkolden bir şey anlaşılır ne de yemekten. İnsanlar hava kararınca daha yüksek sesle konuşmaya başlıyor nedense, yanındakini bırak, kendi içinden geçeni bile duyamazsın. Uzayıp gider listem.Öğlen yemeği, eeeeh. Her şeyi yiyebiliyor olmak güzel, istersen akşam yemeği istersen kahvaltı, öyle arada bir öğün işte, karaktersiz biraz. Ama kahvaltı, bir başka. Simit yazımdan da anlamış olabilirsiniz, tam bir kahvaltıcıyım. Hep derim keşke 3 öğün kahvaltı edebilsem, cafe fernando sağolsun, ediyorum artık, işte kahvaltıda pizza.

Dinlenen hamurları pişirmeden 1 saat ince yine ılımaya bırakıp tarife başladım. Bu sefer daha çok resim çektim, çalışkan günümdeyim. Ama gerçekten blog ilerledikçe resim eleştirileriniz daha da batmaya başladı, artık ben de sevmiyorum resimleri ama şimdilik bir çözümüm yok. Tek çözümüm, daha az resim.

Unlu tezgaha aldığım hamuru, biraz yoğurup oklavayla açtım. 160 dereceye ayarladığım fırından çıkan fırın tepsisinin üzerine itina ile yerleştirdim. İtina ile, yoksa vallahi kopuyor. Kenarlarını da bükerek yapıştırdım, yüksek yapmakta fayda var, yumurtalar dökülebilir.

Burada tariflik bir durum yok pek, kahvaltıda neyi seviyorsanız ekliyorsunuz, basit aslında. Ben sosis, zeytin, pınar beyaz, beyaz peynir, yumurta ve taze kaşar peyniri kullandım.

En alta pınar beyaz sürdüm, sonra üzerine malzemeleri sırasıyla dizdim. Tarifte yumurtanın akıyla sarısını ayırın öyle koyun diyordu, benim sabah sabah midem kaldırmadı yapamadım, siz yapın daha iyi olacağına eminim benim yumurtaların sarıları çok ortada kaldı.

160 derecelik fırında 20 dakika sonunda, kayısı kıvamında pizzamız hazıııır.

Peter'cığım haklıymış, bir günü buzdolabında geçen hamur daha pofuduktu, özellikle de kenarları. Günlük kahvaltıya çok güzel bir alternatif, kesinlikle tavsiye ediyorum. Çatal bıçak kullanmadan edilen ziyafet kahvaltının tadı gerçekten bir başka. Ben blogu yazarken yatakta yedim, pizzamı köşeli yapamadım ama ben zevkten dört köşeydim. Zevkli sabahlar!

Evde pizza, var artık

Artık İstanbul'da güzel pizza yemek, park yeri bulmak kadar zor olmaya başladı. Her köşe başında gecekondu gibi türeyen 'İtalyan' pizzacıları, yatağınıza kadar gelen yağlı kalas gibi zincir pizzalar, her restoranda mutlaka bulunan menü kurtarıcısı pizza margarita'lar derken, insan pizzanın aslında ne kadar muhteşem bir yemek olduğunu unutuyor. Gerçekten ben eve gelen, bilumum franchiselardan 1 alana 1 bedava pizzalarından hiç bir şey anlamıyorum. Ayrıca malzemeden çok hamur+yağ yiyerek daha pizzanın yarısına gelmeden soğumuş oluyorum yemeğimden. Zaten bu işin maliyeti nedir? Nasıl bir malzemeyle çalışılıyor ki 1 alana bir bedava yapabiliyorsunuz? Ne bu ihraç fazlası pizza mı? Türklerin ortak noktası 'Bu neden daha pahalı?' mantığı bazen de işe yarıyor aslında, evet pahalı olan her zaman iyi değil tamam da, yani yemekte 'fiyatları kırdık, üzerine yetmedi bir de bedava verdik lütfen, yalvarırız yiyin' de beni çok baştan çıkaran bir yaklaşım değil. Neyse.Benim İstanbul'da bayıla bayıla yediğim bir numerolu pizza Çırağan'daki Upper Crust. Ne yazık ki evime getirmiyorlar ama evlere servisleri olduğu bölgedeki arkadaşlarıma gittiğimde, diktatör edasıyla başka bir pizza yemeyi reddediyorum. Hem malzeme çeşidi, hem hamur tat ve kalitesi hem de hızıyla benim favorim. Tavsiyedir.


Kendimi bildim bileli evde pizza yapanlara çok imrenmişimdir. E haliyle Upper Crust da gelmiyor eve.. Chicago'daki oda arkadaşım Tasha'nın şef erkek arkadaşı, aklına estikçe 20 dklık bir hazırlık sonucu bize incecik, muhteşem pizzalar yapardı. Bundan önce sadece 1 kere denemiş olsam da, taktım, evde pizza yapacağım diye. Nitekim yaptım da. Evde daha çok zaman geçirmeye başladığım bu son günlerde Bu arada kanatlı cupcake ve limonlu/mandalinalı bar misafirliğe gelen kızlardan iyi dilekler aldı, belirtmeden geçemeyeceğim.


Bahçede İlknur ve Esenle geçirilen, Kasım sonundaki neredeyse yaz gününden sonra elimde kalan tırtıklanmış peynirleri çöpe atmaya kıyamayınca, onlarla yapacak bir şey olarak ilk pizza aklıma geldi. Eureka! Hemen vazgeçilmez asistanım google'a başvurdum veeee işte pizza hamuru tarifi. Tarif Peter Reinhart'ın The Bread Baker's Apprentice kitabından. Bir insan için işin kitabını yazmış derler ya, bu adam gerçekten yazmış, buyurun size ekmeğin kitabı.


Pizza Hamuru


4 1/2 cups soğutulmuş un
1 3/4  ÇaK tuz bu kadar abartmaya gerek yok, göz kararı tuz işte, havuz problemi çözmüyoruz burada
1 ÇaK instant maya
1/4 cup zeytinyağı  tarifte isteğe bağlı diyordu ama ben Tariş İlk El kullandım, muhteşem oldu resmen zeytinli gibiydi
1 3/4 cups buz gibi su
İrmik ya da mısır unu, tezgahı unlamak için ben direkt un kullandım
Arifoğlu İtalyan Baharatları  bol bol kullandım bence daha guzel bir tat verdi


Bu arada ben pizza yapmaya kızlar gidince karar verdim, yani saat 1730 falandı, tarifi her zamanki gibi tam okumadım, veeee sürpriz! hamurun bir gece dinlenmesi gerekiyormuş! 2100de gelecek misafirlere bir şekilde yetiştireceğim dedim, ve inada bindi yaptım. Bu arada etraftaki tüm pizzacıları aradım, pizza hamuru satar mısınız bana diye, aklınızda bulunsun, hiç bir yer pizza hamuru satmıyor. Devlet sırrı çünkü, haspam.


Bu arada pizzaları yaparken sadece bitmiş resimlerini çektim, ona göre. Tarife geri dönersek, öncelikle tüm unu bir kaba koyup buzdolabında yarım saat beklettim. İyice soğuyan una, tuz+bol keseden italyan baharatını+instant mayayı ekledim ve karıştırdım. Sonra soğuk suyu ve zeytinyağını da karışıma ekledim, metal bir kaşıkla iyice karışana kadar karıştırdım. Hamur inanılmaz yapışkan, bir bardak su bulundurup, kaşığı suya batırarak kullanmak işi kolaylaştırıyor baya. Glutenin çıkması için bunu bir 5-6 dakika kadar yapmak gerekiyor, ben kaşıktan sıkılıp elimle yaptım, sürekli yoğurdum döndürerek hamuru. Kolay değil baya bir kol gücü ve sabır istiyor. Hamuru unlanmış tezgaha alıp 6 eşit parçaya böldüm. Ellerinizin kuru olduğuna sürekli dikkat etmek gerek burada, hamurların üzerine un serpiştirip, elimde her birini yuvarladım. Sonra yağlanmış bir tabağa koyup, üzerlerini de streçleyip buzdolabına kaldırdım. Tarif der ki, 1 gece beklesin, benim sadece 2 saatim vardı. Ne yapalım, yaptık işte.


Pişirmeden 45 dk önce buzdolabından çıkarttığım hamurları önce unlu tezgahta 45 dk beklettim. Sonra tam misafirler gelmek üzereyken biraz yoğurup, kopmayacak kadar ince olana kadar oklavayla açtım. Bu arada incelik tamamiyle hüner işi, benim hünerim düşük, o yüzden şu kadar ince açın falan diye havalanmıyorum, olduğu kadar. Şimdiii sıra geldi pişirmeye, 200 derecelik fırında, pizza taşında pişmesi gerekiyor da ben bu pizza taşı meretini bir türlü bulamadım koca İstanbul'da. O yüzden de fırın tepsimi ters çevirip direkt üzerine koydum pizzayı. Açılmış hamuru fırın tepsisinin üzerine koyup, kenarlarını kıvırdıktan sonra, en zevkli bölümüne geldik işte, malzemeler!!!!


Türkiye'de doğup büyümüş olmama rağmen, pişmiş domatesi pek sevmeyen bir insanım. Bir millet her şeye mi domates koyar ya, nasıl açlıktan ölmedim belli değil;) Klasik pizza malzemesi olarak marinara sos herkesin vazgeçilmezi, o yüzden ben de marinara yaptım.


Marinara Sos


3 domates rendesi
1 soğan, küçük doğranmış
2 ÇK domates salçası
3 diş sarımsak
1 ÇaK hardal
İtalyan baharatları
Kırmızı pul biber
İsteğe bağlı biraz kırmızı şarap
Tuz/Karabiber


Tüm malzemeleri bir tencerede toplayıp kısık ateşte yarım saat pişirdim, pişen karışımı rondodan geçirdim ve marinara servise hazır. Dediğim gibi ben pişmiş domatesçi değilim pek, ama misafirlere pizza dedik, normal bir pizza olacak tabii ki. Bu arada pizza malzemeleri olarak bir kaç öneri size. 2 soğanı ve bir baş sarımsağı, sadece üst ve altlarını keserek 180 derecelik fırında 1 saat tuz ve zeytinyağı ile pişirdim, yumuşacık ve tatlı oldular, inanılmazlardı. Onların dışında, yeşil ve kırmızı biber, dilimlenmiş kabak ve patlıcanları yağsız ızgarada, tavuk göğüsleri paneleyip minik parçalar halinde pişirdim, mantar ve ıspanakları çiğ olarak kullandım. Bir de unutmadan peynirler tabii ki, keçi peyniri, taze mozzarella, gouda ve her pizzada her şeyi bir arada tutmak için kullandığım rende kaşar.


Soğumaya bıraktığım marinarayı, AZ olacak şekilde ters fırın tepsisinde beni beklemekte olan hamura sürdüm. Az çok önemli burada, gerçekten ince pizzada fazla malzeme matah bir şey değil. Yarım ekmek üzeri pizzalardan bahsetmiyoruz canım burada, gurme işte anlayın. en alta biraz rende kaşar, üzerine istenilen sebzeler, onun üzerine keçi peyniri ve kaşar rendeyle kapanış. Fırında 20 dakika, buyurun efendim size mis gibi incecik ev yapımı pizza.


Ben bu pizzada, kabak, patlıcan, karamelize soğan, zeytin, keçi peyniri ve mantar kullandım.


Simdi sıra geldi gecenin yıldızına, beyaz pizza. İşte benim favorim bu. Normal pizzadan tek farkı marinara yerine beşamel sos kullanılması. Hamurun üzerine beşamel sosu sürdüm, fırınlanmış sarımsaklardan 4 adedini üzerine sürdüm. Sonra pane tavuk+taze mozzarella+ıspanakları da ekleyip, kaşarla da üzerini kaplayınca, pizzam hazır. Herkesten tam not alan bu pizza, hayatımın sonuna kadar yiyebileceğim bir tat. Gerçekten tek pizza seç deseler budur, başka bir şeyi özlemem, söz.

Bu arada 6 parçaya ayırmıştım hamuru hatırlarsanız. 4 tane yedik, 2 tane kaldı. Peter'cığım neyden bahsediyormuş görelim bakalım dedim, ve buzdolabına geri koydum...

Salı, Kasım 23, 2010

3, 2, 1, limonlu, mandalinalı bar

Süper stresli olduğum şu günlerde, mutfakta oyalanmak gerçekten en güçlü ilacı yaya bırakır. Tarif bulmak, okuyup anlamak, malzemeleri ayarlamak, o, şu, bu derken zaman geçiveriyor. Kanatlı cupake'imin başarısından sonra beni tutabilene aşk olsun. Melek dedik, şeytan dedik, günah çıkartma derken, allah ziyan edenleri sevmezmiş. 7 yumurta sarısını ne yapabilirim? Damar çeperlerime savaş açıp, bir omlet yapabilirim, ama yok zaten detoks peşindeyim. Ne yapsam diye debelenirken, aklıma google'a sormak geldi. 7 yumurta sarisi+tatlı+tarif yazınca, önüme çıkan binlerce sayfadan Delicious Lemon Bars kupayı aldı. Evet limonlarla kafayı bozdum ama hem ekşi hem tatlı, hem hep buzdolabında mevcut, rengi inanılmaz, kokusu muhteşem, sevmeyeni yok, neden olmasın? Lemon Bar dedikleri şey, özünde kurabiye üzeri limon kreması. Teoride gayet basit, yapması da gayet kolay. Tadı, rengi, görünüşü ise bir o kadar alengirli. Tabii ki ben tarife uymadım, bir iki değişiklikle olduğundan daha da ekşi ve renkli bir hale getirdim. Hadi bakalım, artık affettirdim herhalde kendimi.


Delicious Lemon Bars- Limon ve Mandalinalı Bar


Kurabiyemsi bölümü için


1 1/4 cups un
1/2 cup pudra şekeri
1/2 ÇaK tuz
1 stick tereyağı 100 gr tereyağı


Limon kreması için Limon+Mandalina kreması için


7 yumurtanın sarısı
2 yumurta
1 cup+ 2 ÇK şeker
2/3 cup limon suyu (4-5 limon) 2 limon+1 mandalina
1/4 cup limon rendesi 2 limon+1 mandalina rendesi
1/2 stick tereyağı 60 gr tereyağı
3 ÇK krema
Vanilya esansı




Hem israftan kaçınıyorum, hem de mutfakta yaşadığım mutluluğu uzatıyorum bir tarif daha yaparak. Alan mutlu veren mutlu sanırım. Evet, yumurta manyaklığı başlasın.


Öncelikle, pişmesi gerektiğinden kurabiyemsi bölümü yaptım. Tüm kuru malzemeleri elekten geçirerek kaba aldım.

Tarifte tereyağını soğukken kuru malzemelere yedirmemi söylüyordu ama yumurta çırpmaktan yprulan sağ kolum isyan etti ve ben yine tereyağını eritip koydum. Hemen karıştırıp, gayet gelişigüzel, kuma benzeyen bir karışım elde ettim.

Yapacağım borcamı yine folyoyla kaplayacaktım ki, baktım tarif de aynı şeyi yapmamı söylüyor. Demek ki ben de doğru bir şeyler yapıyorum artık.Yalnız tarifte bir dik, bir  yatay olarak iki folyo kullanın ve son folyoyu yağlayın diyor çünkü sanırım yapacağımız limonlu bar yapışkan ve kırılgan. Folyodan da çalmayın lütfen, kenarlardan artsın baya, ordan tutup kaldıracağız sanırım tatlıyı. Folyolu borcama döktüğüm karışımı, spatulayla kıyıya köşeye heryere iyice dağılacak şekilde bastırdım. Aynı kalınlıkta olmasına dikkat edin diyeceğim de, baya zor bir iş, olduğu kadar, pay hamuru kıvamında yapıştığı zaman, 180 derecelik fırına attım.

Kurabiyemsi pişerken, sırada limonlu krema var. Geçen Lemon Meringue Pie'dan baya idmanlıyım bu konuda, haydi bakalım. Önceki tariften kalan tüm yumurta beyazları+2 tam yumurtayı ora boy bir tencereye aldım. İyice karıştırdım.

Bu arada artık limon suyu ve rendesini eklemem lazımdı. Güzel Hanım izinde olduğundan gerçekten limon sıkasım hiç yoktu, sevmiyorum işte ya. Tarif 4-5 limon diyordu, buzdolabında bir tane de mandalina buldum, değişiklik olsun diye ekleyelim dedim.

Yalnız söylediğim gibi limon falan sıkmak istemiyordum, o yüzden köşede duran sebze/meyve sıkacağına gözüm takıldı. Annemi arayıp limon sıkıp sıkamadığını teyit ettikten sonra, 2 limon+1 mandalina attım içine. Baya bir debelendi alet, garip sesler çıkardı ama yaptı. Normalde 4-5 limondan çıkması gereken suyu, 3 meyveden aldım. Ama sanırım herşeyini sıktığı için öyle oldu. Biraz korktum açıkçası, kabuk mabuk demeden sıkıverdi alet, ekşi olabilir tatlımız.

Gerçekten bir canavar bu alet, 2 limon ve 1 mandalinadan kalan bunlar.

Elde ettiğim meyve suyunu da, şeker ve tuzla beraber karışıma ekledim ve iyice karıştırdım. Artık altını orta ateşte açtım ve karıştırmaya başladım. Tereyağını da küçük parçalara ayırıp karışıma ekledim.

Homojen ve kalın bir sıvı elde edene kadar, sürekli karıştırarak limonlu kremayı 5 dakika içinde hazırladım. Bu arada 20 dk sonunda kurabiyemsi bölüm de altın renginde ve muhteşem kokuyor!

Hazır olduğuna inandığım kremanın hemen altını kapayıp, seri bir şekilde süzgeçten geçirdim. Bu arada içine hemen vanilya esansı da koydum ve karıştırdım.

Tezgahta beklemekte olan ılık tabana, limon kremasını döküp, 180 derecelik fırına koydum.

15 dakika sonra Limonu Mandalinalı Bar hazır! Şimdi en zor bölüm. 2 saat, tatlıyı yalnız bırakmak gerekiyor. Borcamı soğutma teline oturtup, unutmak gerek. Ben evden çıkacağım için(ya da sabırsızlıktan) 1.5 saatte folyoyu borcamdan çıkarttım, biraz daha beklesem kötü olmazmış açıkçası. Ekmek bıçağı tipinde, tırtıklı bıçakla parçalara ayırdığım Limonlu Mandalinalı Barları servis için tabağa alıp üzerilerine bol bol pudra şekeri eledim.

İşte Limonlu Mandalinalı Bar! Mandalina eklentisi iyi olmuş, biraz daha ekşi ve doygun bir tadı var. Buzdolabında üzeri kapalı saklayın, Enjoy!!!